Nil'in 'Kız çocukları bir ülkenin annesidir' sloganı

(Sedef dün, Nil’in Instagram hesabında paylaştığı bu fotoğrafı Melis’e yollayıp dedi ki: )
S: Gördün mü bunu?
M: Geçen haftalarda görmüştüm sanırım, bir proje yapıyor galiba ama ne olduğunu henüz anlayamadım.
S: Oldukça eleştiri almış ve insanlar haklı şeyler söylüyorlar.
M: Hangi konuda almış eleştiriyi?
S: Boynunda yazan ‘Kız çocukları bir ülkenin annesidir’ hakkında...
Açıkçası biz ikimiz Nil’i çok severiz ve Nil’i sevmemiz bu paylaşımına eleştirel bakmamıza engel değil elbette ki. Bu fotoğraftaki sloganını da problemli bulduk.
Neden mi?
İyi bilimci, kötü bilimci

Melis: Geçen hafta, birçok kez okuduğum makaleyi ziyaret etme gereği duydum ve Google’a yazdım : Unlocking Past Emotion: Verb Use Affects Mood and Happiness. Makalenin bulunduğu sayfaya ulaştığımda ise başımdan aşağı kaynar sular dökülmüşe döndüm. Makale geri çekilmişti (İngilizcede retraction dediğimiz).
Aşağıdaki açıklamada söyle yazıyordu: Bir doktora öğrencisinin bu makalede rapor edilen sonuçlar üzerinde stratejik şekilde oynama yaptığı saptanmıştır. Soruşturma devam etmektedir.
Evet, bir bilim insanı tarafından aldatılmıştım. Sadece ben değil tabi, tezini, araştırmalarını bunun üzerine yazan ve makalenin rapor ettiği etkiyi kendi çalışmalarında bulamayan başka araştırmacılar da aldatılmıştı. (Neyse ki ben tezimi bunun üzerine yazmamıştım.) Bu durum çok şaşırtıcı ve sinir bozucuydu.
Aşağıdaki açıklamada söyle yazıyordu: Bir doktora öğrencisinin bu makalede rapor edilen sonuçlar üzerinde stratejik şekilde oynama yaptığı saptanmıştır. Soruşturma devam etmektedir.
Evet, bir bilim insanı tarafından aldatılmıştım. Sadece ben değil tabi, tezini, araştırmalarını bunun üzerine yazan ve makalenin rapor ettiği etkiyi kendi çalışmalarında bulamayan başka araştırmacılar da aldatılmıştı. (Neyse ki ben tezimi bunun üzerine yazmamıştım.) Bu durum çok şaşırtıcı ve sinir bozucuydu.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Hakkında Bilmeniz Gerekenler

Mehmetcan: Barzani, bölge ülkelerinin bütün uyarılarına rağmen büyük bir risk alarak bağımsızlık referandumunu gerçekleştirdi. 25 Eylül’de sözde bağımsızlığını kazanan Kürt halkının Erbil meydanında ki sevinç çığlıkları yerini belirsizlik ve korkuya bıraktı. En büyük destekçileri olan ABD’nin referanduma destek vermemesi, Irak merkezi hükümetinin Musul ve Kerkük’e yaptığı müdahaleye sessiz kalması Barzani’yi büyük hayal kırıklığına uğrattı.
Yıllar boyunca bağımsız Kürdistan’ın hayalini kurmuş Barzani ailesi, Mesud Barzani’nin yaptığı bu riskli ve erken hamleyle bütün şansını kaybetti. Peki böylesine riskli bir hamleyi Mesud Barzani neden böyle bir zamanda gerçekleştirdi?
Yıllar boyunca bağımsız Kürdistan’ın hayalini kurmuş Barzani ailesi, Mesud Barzani’nin yaptığı bu riskli ve erken hamleyle bütün şansını kaybetti. Peki böylesine riskli bir hamleyi Mesud Barzani neden böyle bir zamanda gerçekleştirdi?
Hikaye Anlatma Becerisi Üzerine

Sedef:
Hepimizin çok güzel hikaye anlatan bir tanıdığı vardır herhalde. Başlarından geçen bir olayı uzatmadan, bazen ballandırarak, bazen vurguları tam yerinde kullanarak, bazen de betimlemeleriyle, tonlamalarıyla bizi heyecanlandırarak anlatan...
Son zamanlarda hikaye anlatmanın analitik düşünmek, yazmak, kendini sözlü ifade edebilmek gibi herkesin edinmesi gereken bir beceri olduğunu düşünüyorum. Hikaye anlatmanın önemiyle ilgili saatlerce konuşup konudan konuya atlayabileceğimden dolayı fikirlerimi üç birbiriyle bağlantılı soru çerçevesinde paylaşmaya karar verdim. 1) Hikaye anlatma becerisi ne zaman ve nasıl kazanılır? 2) Hikayeleri dinlemek ve paylaşmak neden önemlidir ? 3) Hangi platformlar bu amacımızda bize yardımcı olacaktır?
Hepimizin çok güzel hikaye anlatan bir tanıdığı vardır herhalde. Başlarından geçen bir olayı uzatmadan, bazen ballandırarak, bazen vurguları tam yerinde kullanarak, bazen de betimlemeleriyle, tonlamalarıyla bizi heyecanlandırarak anlatan...
Son zamanlarda hikaye anlatmanın analitik düşünmek, yazmak, kendini sözlü ifade edebilmek gibi herkesin edinmesi gereken bir beceri olduğunu düşünüyorum. Hikaye anlatmanın önemiyle ilgili saatlerce konuşup konudan konuya atlayabileceğimden dolayı fikirlerimi üç birbiriyle bağlantılı soru çerçevesinde paylaşmaya karar verdim. 1) Hikaye anlatma becerisi ne zaman ve nasıl kazanılır? 2) Hikayeleri dinlemek ve paylaşmak neden önemlidir ? 3) Hangi platformlar bu amacımızda bize yardımcı olacaktır?
Yerler ve Şeyler
Melis: Yeni bir şehre taşınmak, insanin kendisiyle yapabileceği en yalın ve en samimi yüzleşmelerden birini yapması için bir fırsatmış, unutmuşum. Bir hafta önce yeni taşındığım bu şehirde, geçici olarak kaldığım odamda, kendimi uzun bir süre sonra ilk kez kendimle konuşurken yakaladığımda hatırladım bunu.Gerçekten de bir süredir ‘bir daha göremem, bir daha buluşamayız’ korkusuyla kendim yerine hep başkalarıyla konuşmuştum. Hatta bu yüzden iç sesimin kısılacağından bile korkmuştum bir ara. Şimdi ise, yanımda ailem ve arkadaşlarım artık yokken, beklemediğim anda birden ortaya çıktı yine bu içimdeki ses.
‘Karşıma otur, biraz muhabbet edelim’ diyor bana. ‘Tamam’ diyorum ben de. Başlıyoruz sohbete. |
Mimari Eserler ve Değişen Fonksiyonları

Eran: Geçenlerde uzun süredir yapmak istediğim, ancak terör saldırıları sebebiyle pek çok kez ertelediğim bir aktiviteyi gerçekleştirdim: Sultanahmet’i gezdim. Üniversitede İslam, Anadolu ve Ortaçağ mimarisi üzerine aldığım derslerden sonra, Ayasofya, Yere Batan sarnıcı ve Sultanahmet Camii’ni gezmek inanılmaz bir deneyimdi. Ders kitaplarında okuduğum, sınav için çalıştığım eserleri çıplak gözle görmek ve bu yapılardan sadece yarım saat uzakta olmak gerçekten de olağanüstü bir şey. Bazen insan, politik gerginlikler sebebiyle yaşadığı toprağın kültürel önemini unutuyor.
Hak, Hukuk, Adalet

Romina: Yürüyüşün ve mitingin en güzel yanlarından biri çeşitlilikti, toplumun her kesimini yansıtan insanların bir araya gelmesiydi, doğrusu da buydu çünkü yapılan yürüyüş bir partinin değil koca bir halkın adalet talebiydi. Solcusu, Kürt hareketi mensubu, ulusalcısı aynı yerde, aynı şeyi talep etmek için bir araya geldi . Herkes hak ve hukukun ayaklar altında çiğnendiği, özgür düşüncenin zorbalıkla, devletin tüm imkanları kullanılarak susturulduğu, yolsuzluğun sıradanlaştığı, dinin ve milliyetçiliğin bir uyuşturucu gibi kullanıldığı bu düzene karşı çıkmak için yürüdü. Bu kararlılık, bu kalabalık insanlara umut verdi.

AH AL JAZEERA AH
Mehmetcan Kotil: Yaklaşık bir ay önce Katar merkezli haber kanalı Al Jazeera Türkiye’de ki faaliyetlerini sonlandırdı. Türkiye’de siyasi kimliğe sahip medya kuruluşlarının arasında Al Jazeera eşi bulunmaz bir haber kaynağıydı. Yazar kadrosu çok sayıda akademisyenden ve bölge uzmanlarından oluşuyordu. Türkiye gündemi hakkında objektif haberler yapan, Ortadoğu’da değişen dengeleri interaktif bir şekilde okuyucusuna sunan, Avrupa’da ve Türkiye’de olacak seçimler hakkında, ülkenin siyasi tarihinin kısa bir özetiyle beraber, değerlendirmelerde bulunan bu basın kuruluşu son derece başarılı olmasına rağmen Türkiye’de faaliyetlerini sadece üç sene sürdürebildi.
Mehmetcan Kotil: Yaklaşık bir ay önce Katar merkezli haber kanalı Al Jazeera Türkiye’de ki faaliyetlerini sonlandırdı. Türkiye’de siyasi kimliğe sahip medya kuruluşlarının arasında Al Jazeera eşi bulunmaz bir haber kaynağıydı. Yazar kadrosu çok sayıda akademisyenden ve bölge uzmanlarından oluşuyordu. Türkiye gündemi hakkında objektif haberler yapan, Ortadoğu’da değişen dengeleri interaktif bir şekilde okuyucusuna sunan, Avrupa’da ve Türkiye’de olacak seçimler hakkında, ülkenin siyasi tarihinin kısa bir özetiyle beraber, değerlendirmelerde bulunan bu basın kuruluşu son derece başarılı olmasına rağmen Türkiye’de faaliyetlerini sadece üç sene sürdürebildi.
Bir Romanla Teselli Olmak

Eran: Elif Batuman ile ilk kez New Yorker’a yazdığı makaleler ile tanıştım. Türkiye kökenli Amerikalı yazar, benim belki de en sevdiğim çağdaş roman olan A Little Life’ı okumama vesile oldu, ayrıca türban hakkındaki yazısı ile günümüz Türkiye’sinde kadın haklarını Boston’da okuyan arkadaşlarıma kolayca anlatmamı sağladı. Kendisi, bence derginin en sahici yazarlarından; edebiyat ve Türk politikasına olan ilgisi, beni ister istemez hayranı yaptı. Ayrıca New Yorker kadar prestijli bir yayında Türkiye kökenli bir yazarın katkıda bulunuyor oluşu oldukça gurur verici. Batuman her ne kadar Amerika’da doğmuş ve büyümüş olsa da, ülkemiz global ölçekte gazetecilik (özellikle de eleştiri) alanında pek temsil edilmediği için, bu alanda Türkiye’de başarı sağlayan en yakın isim.
Kişisel Şiir Antolojisi

Sedef: Haftalardır öğrencilerimin üzerinde çalıştığı bir edebiyat projesinden son derece zevk alıyorum ve öğrencilerim kendi projelerini yaratırken, ben de kendiminki üzerine düşünüyorum. 8. sınıf öğrencilerimin üzerinde çalıştığı proje bir şiir antolojisi projesi. Son dört haftadır her gün derse geliyorlar, sınıfta bulunan şiir kitaplarını karıştırıp, binlerce şiir arasından, gerçekten kendileri için özel bir şey ifade eden, kişiliklerinden bir parçayı yansıtan şiirler arıyorlar. Projenin sonunda, her öğrenci yaklaşık 15 şiir seçecek ve seçtikleri her şiir için kendileri adına neden anlamlı olduğunu ifade eden bir paragraf yazacaklar.
Güç ve savunmasızlık üzerine

Melis: İnsanların yoğunca olduğu küçük bir kumsalda yerde yatan bir fok gözümüze ilişiyor. Onu fark etmemiz bile ilginç aslında; çünkü uzaktan daha çok kumla kaplı bir kayaya benziyor. İnsanlarsa etrafını çevirmemiş ama yine de kumsal kalabalık ve insanlar sık sık yanına kadar gidiyor fok balığının. Ölmüş mü? Gidip bakmak istiyoruz; ama ölmüşse bunu görmek isteyip istemediğimizden emin olamıyoruz. Yine de kumsala inmeye niyetli olduğumuzdan buraya kadar gelmişken inip ayağımızı suya değdirmeye karar veriyoruz. Bu arada da foka yardımcı olabilir miyiz, anlamaya çalışacağız.
Ne Menem Şeydir Şu Hürriyet

Mehmetcan: İstanbul Şişli’de havaya doğru atış yapan bir top, tarihimizin ilk ulusal anıtı, Abide-i Hürriyet bütün heybetiyle Hürriyet Parkının ortasında yükselir. 31 Mart Ayaklanmasında -miladi takvime göre 13 Nisan 1909- şehit olmuş askerlerin anısına yapılmıştır. Enver Paşa, Talat Paşa, Mithat Paşa ve Mahmut Şevket Paşa gibi İttihat ve Terakki’nin önde gelenlerinin mezarları bu anıtın etrafında bulunur.
Yabancılardan Mektuplar

Sedef: Bu geçtiğimiz hafta, okulun İngilizce bölümüyle bir sosyal sorumluluk projesine katıldık.“Prisoner Book Program” (Hapishane Kitap Programı) adlı projemizin amacını kısaca özetleyeyim. Ülkenin her yerinden bağışlanan yüzlerce kitapla yürüyen bu proje, yine ülkenin her yerindeki tutukluların yazdıkları mektuplara cevap vermeyi hedefliyor. Kıtanın her yerinden tutuklular, ilgilerini çeken alanlardan, okumaktan zevk aldıkları kitap ve yazarlardan bahsedip, projedeki gönüllülerden kendilerine uygun olacak kitapları göndermelerini istiyor. Bizim gönüller olarak yaptığımız şey, yaklaşık üç saat boyunca, kitaplarla çevrili bir odada gönderilen mektupları okuyup, yabancılara kitap seçip, onları yollamak.
Üç Kadın, Üç Sohbet
Biz Elalem kadınları bir araya geldik. “Kadın kadının sesi, kadın kadının gücüdür” fikrinden ilham aldık… Sabrımızı taşıran, haklarımızı gölgeleyen, omuzlarımızda hissettiğimiz baskıları körükleyen bu düzene ve yaşadığımız tecrübelere dair cümlelerimizi birleştirdik. Özellikle yakın zamanda kafamızı kurcalayan konuları birbirimize açtık, tartıştık, birbirimizden ilham aldık. Tartışmalarımız sonucunda her birimiz birer konu seçip, ona yoğunlaşmayı tercih ettik. Amacımız kadınların her gün maruz kaldığı baskıyı, ayrımcılığı, üç başlıkla özetlemek değil. Amacımız, birkaç sorunu ışık altına tutarak sizi düşündürmek, sorgulatmak ve değişimin parçası olmaya davet etmek:
Melis:
Geçenlerde zeki, oldukça başarılı ve adalet duygusunun çokça gelişmiş olmasıyla tanıdığım bir arkadaşımın doğum günüydü. Sosyal medyadaki birçok tebrik mesajının arasında gözüme annesinin kutlama mesajı takıldı. Oldukça sevimli bir anne-kız fotoğrafının altına söyle yazmıştı annesi: İyi ki doğdun, güzel kızım.
Bu hafta bir arkadaşımla konuşuyorum. Yarı Türk, yarı Yunan. Kimliği yüzünden küçüklüğünden beri hor görülmüş. Bazen atalarından utanmış, çoğu zaman kim ‘biz’ kim ‘düşman’ diye akli karışmış; ama büyümüş, ırkçılığa karşı koymayı, mücadele etmeyi öğrenmiş. Bir-iki ay içinde Siyaset Bilimi bölümünden mezun olacak, pırıl pırıl bir kadın. Bu hafta arkadaşları ‘Senin vücudun ne güzel, manken olsana.’ demiş, onu anlatıyordu hayal kırıklığıyla.
Ve yine daha dün, bir arkadaşım tanıdığımız bir kadını bana hatırlatmaya çalışırken seçtiği ilk kelimeler şunlar oluyor: “Pek güzel bir kadın değil, …”
Son haftalarda çok düşünüyorum bu söylenenler üzerine. Kadınlara biçilen şu ‘güzel olma görevini’ düşünüyorum. Öyle bir görev ki bu, kuralları herkesçe biliniyor ve kişiye göre ayarlamalar asla yapılmıyor. Diğer bir deyişle, insanın kendini nasıl güzel hissettiği değil, başkalarının ondan nasıl gözükmesini beklediği esas alınıyor.
“Zayıf olsun mesela,” diyor toplum, “...memeler dik ve büyük, kaşlar şekilli. Burun küçük olmalı bi kere, elmacık kemikler çıkık. E tabi çene yapısı keskin!” Her kadının en birincil hedefi bu diye öğretiliyor bize küçüklükten beri. Güzel olmak…
Hatta bir kadının hayatta ulaşabileceği en büyük ödülü bu diye de belliyoruz biz kız çocukları. Öyle ki çocukluktan itibaren her başarının ardından bir tutam ‘Aferin güzel kızıma!’ kazanıyoruz hepimiz. Moralimin bozuk olduğu günlerde annem hala neşemi yerine getirmek için ‘Bugün çok güzel görünüyorsun’ diyor. Halbuki benim derdim nörofarmakoloji sınavımdaki son deneyi eksik dizayn etmiş olmam ve güzel olup olmamamın ne faydası var?
Şöyle daha açık anlatayım sevgili okur, güzel olma görevi kadınları kısıtlamanın en tıkır tıkır işleyen kollarından biri. “Bir kadının değeri güzellik katsayısı üzerinden belirlenecek!” diyor, pek sevgili erkek egemen toplum. Öncelikle oyalıyor. Kadınlar saçtı, makyajdı, kilo bunalımıydı falan diye uğraşadururken ve zaten asla o ‘ideal güzel’e ulaşamayacakken, başka hayaller kovalamaya çok zaman kalmayabiliyor. Zaten ergenlik döneminde güveni bu sistem üzerinden zedelenen genç kızlarımız öyle çok büyük hayaller kurmamayı, küçük düşünmeyi de öğreniyorlar bu sayede.
Diğer yandan, öyle güzel bir sistem ki bu, neler başarırsa başarsın bir kadın, bunların hepsi “Ama çok kilo almış”a indirgenebiliyor. Zaten güzel-görünme-ödevini ve hayallerinin-peşinden-gitme-arzusunu aynı anda götürmeye çalışan kadının, bir de başarılarına köstek oluyor sevgili toplum. Ve zaten kadının ne işi var bilimde sanatta? İleride kocasından duyacağı bir “Güzel karıcım” ona yetmeli, diyor bu tepemi attıran sistem.
En tehlikelisi de şu ki, sevgili okur, bu güzellik görevi bir kadına bir fiziksel obje olmayı öğretmeye çalışıyor. Başkaları tarafından bakılan, yeri gelince memeleri biraz daha büyüsün diye estetik ameliyat olması istenen ve yeterince güzel bulunduysa başkaları tarafından ‘alınan’ bir obje.
İşte sevgili okur, son zamanlarda bunları düşünüp duruyorum. Ve bugün oturup bunları yazmamın tek bir sebebi var.
Bıktım.
Bıktık.
Bizi bıktıran toplumun kadının kıymetini dış görünüşüne indirgemesi. Kadının değerinin başardıklarıyla, aklıyla, düşünceleriyle, dünyaya ve insanlara kazandırdıklarıyla değil de kalçalarının kalınlığı ya da kaşına gözüne göre biçilmesinden sıkıldık.
Ve hal de böyleyken, biz kadınlar da mutlu değilken…
Siz de, Orhan Veli de kusura bakmasın ama,
Kimse
“Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mi dünya!”
diye şikâyet edemez.
Bir toplum ya kadınlarıyla ilerler,
ya kadınlarıyla ilerler.
Romina:
Geçtiğimiz 8 Mart... Karamsar bir bakış açısıyla tanımlayacak olursam erkeklerin egemenliğinin sürdüğü günleri 364 güne indirme illüzyonu yaratan gündü de diyebilirim. Ancak kadınlara atfedilen şu bir tanecik günde bile bizi rahat bırakmadılar. Değerimizin bilindiği, haklarımızın hem fikirlerde hem de uygulamada kabul edildiği günlere uzak hissediyorum kendimi. Özellikle bu yıl 8 Mart öncesi süreçte kendimi kadının ‘kadın gibi’ olması için yayınlanan kozmetik ürün ve estetik uygulama reklamı bombardımanında bulunca bu karamsar fikrim daha da pekişti. Kadınlar Günü’nün hemen öncesinde, sabahın 7’sinde, metro istasyonunda daha gözlerimi bile tam açamamışken karşımdaki panoda ‘8 Mart’ta sevdiklerinize güzel bakın. Gelin, gözaltı dolgunuzu Kadınlar Günü’ne özel indirimlerle biz yapalım!’ diyen bir reklam gördüm. Neymiş efendim, kadın 8 Mart’a güzel baksınmış, Kadınlar Günü’ne o göz altlarıyla girmesinmiş… Ah nasıl sinirime dokundu bir hafta boyunca o reklam panosunun karşısında metro beklemek, her gün olduğu gibi adına Kadınlar Günü dedikleri o bir günde de kadına ve bedenine sorumluluklar yüklenmesine ve bunun reklamlarla halka empoze edilmesine tanıklık etmek…
Kadından çok şey bekleniyor, hem çalışsın hem evi çekip çevirsin, çok çocuk yapsın, hepsini normal doğursun, sütü yetmezse utanıp sıkılsın, ne bulursa yesin içsin, sütü dolsun taşsın isteniyor. Uykusuz gecelerin ve omuzlarında sayısız yükle yaşadığı hayatın izlerini de saklamasın, yok etsin diye de güzelliğine ve bedenine kıstaslar biçiliyor. Kimse sorgulamıyor bu kıstasları, dudağın mı ince içini doldur, memen mi küçük üzülme dünyanın sonu değil ya var bir çaresi, burnun hokka olsun, kirpiklerin uzun, belin de incecik…
Kadın hem kendine hem de etrafındakilere bakmakla yükümlü tutuluyor, hayatındaki her şeyi çekip çevirmenin onda bıraktığı izleri de bir zahmet ortadan kaldırsın isteniyor. 8 Mart’ta bile yine kendi için değil, başkalarına ‘güzel’ bakabilmek adına bir çaba içine çağrılıyor. Ben bunu kabul edemiyorum. Kadından beklenti çok, öyle olsun böyle olsun, şunu yapsın, şurada dursun, burada gülüp, orada konuşsun. E peki soruyorum, bu kadının hakları ne olsun? Bir erkeğin iki dudağının arasında, bir tabancanın kurşununda, bir bıçağa bulaşan kanın kırmızısında, oturup kalkmasını bil etliye sütlüye karışma düzeninin kıskacında mı olsun?
Çekilsin kadının üzerindeki eller, diller, gözler. Artık yeter.
Sedef:
Benim de aklımı kurcalayan bir sürü şey var tabii ki kadın olmak ve özellikle Türkiye’de kadın olmak ile alakalı. Bu aralar üzerinde oldukça düşündüğüm konu, günlük literatürümüze geçen cinsiyetçi söylemler. Kullandığımız deyimler, kadına hitap ediş biçimleri, televizyonda duyduklarımız, arkadaşlarımızdan ve ailemizden duyduklarımız... Kafamı kurcalayan konu, masum gözüken, artık günlük konuşmalarımızın ve deyimlerimizin içine işlemiş ama düşünüp uzaktan baktığımızda oldukça negatif etkileri olan ve kadını küçültücü deyimler.
Cinsiyetçi söylemlerin kullandığımız dile, Türkçeye işleyişini ilk kez lise üçüncü sınıfta tarih dersinde fark etmiştim. Dilara Hoca’mızla Fransız İhtilali’ni işliyorduk ve Fransız İhtilali’nin bir simgesi haline gelmiş Eugene Delacroix’nın “Halka Yol Gösteren Özgürlük” tablosunu inceliyorduk. Dilara Hoca bize resimde ne gördüğümüzü sorduğunda, bir sınıf arkadaşım “resimde Fransız bayrağı tutan bir bayan” gördüğünü söyledi. Dilara Hoca’nın “Bayan demeyeceksin, kadın diyeceksin.” açıklamasıyla aslında günlük dilimizde fark etmeden kadını küçültücü söylemler kullandığımızı anladım.
Bu “bayan değil kadın” meselesi senelerdir sinirlerimi zıplatıyor. Sanki bir kadına “bayan” diye hitap etmek onu yüceltiyor ya da nezaket olarak görülüyor. Hatta bir kadına kadın demeyi ayıp bile görenler var – doğrusu bayan demek diye düşünenler. “Amma da büyütüyorsun! Ne fark eder kadın demişim bayan demişim?” diyenlere açıklayayım. ‘Kadın’ ve ‘erkek’ cinsiyet belirleyen sıfatlarken, kadının cinsiyetini belirleyen sıfatını elinden alarak, ona ‘daha nazik’ duyulan ‘bayan’ kelimesini yakıştırmak kadını başkalaştırmak anlamına geliyor. Erkek/adam sıfatlarını değiştirmeyen ama kadına geldiğinde, yerine başka bir şey bulmaya çalışan zihniyet, bireyi kadın kelimesinin çağrıştırdıklarından ve kadın cinsiyetine ait olanlardan koparmaktadır. Demiyorum ki, ‘bayan’ kelimesini kullanan her insanın amacı kadını başkalaştırmak – bu kelimeyi kullananların çoğu farkında bile değil. Ama bu farkında olmamak tam olarak da cinsiyetçi zihniyetin kelimelerimize sinsice yerleştiğini gösteriyor.
Kadın/bayan konusuna değinmişken, kız/kadın diye yapılan ayrıma değinmeden geçemeyeceğim. “Kız” kelimesinin sözlük anlamına bakalım. Kız: dişi çocuk. Kadın: erişkin dişi insan. Kız ve kadın kullanımı arasındaki tek fark erginlik/yaş olmalıdır. Ne kadar iğrençtir ki, bazılarımız kız ve kadın ayrımını yaşa göre değil, cinsel ilişkiye girmeye göre ayırıyor. İlişkiye girme durumuna göre kadına hitap edişi değiştirmek ne kadar küçültücü ne kadar da insanın değerinin düşürücü… Farkında mısınız?
Değiştirmemiz gereken başka bir kelime is regl yerine geçen “hastalık” kelimesi. Biz neden her kadının her ay yaşadığı doğal bir döngüyü “hastalık” olarak nitelendiriyoruz? Bu konuyu Elalem kadınlarıyla tartışırken, Romina, TDK’de “kirli” kelimesinin anlamına bakmamı söyledi. Direkt alıntı - kirli: aybaşı durumunda bulunan (kadın). İşte bayan konusu da regl konusu da aynı noktaya çıkıyor. Kadına ait kelimeleri değiştirip, kadını başkalaştırıyoruz, olduğundan farklı gösteriyoruz. Her ay yaşadığı doğal döngüyü – ‘kirli’ ya da ‘hastalıklı’ gibi, olduğundan farklı şekilde niteliyoruz. Ve en korkuncu, bunun o kadar farkında değiliz ki, artık bu kelimeler günlük hayatımızın içine geçmiş.
Kelimelerinizi düşünün, deyimlerinizi düşünün. Düşündükçe o kadar çok şey aklınıza gelecek ki... “Bir işi adam gibi yapmak,” “kadın gibi konuşmak” “kadın başına dışarı çıkmak”... Beklentim şu ki, bu problemli söylemleri elimizde olduğunca kendimizde ve çevremizdekilerde değiştirelim. Dilin gücünün ve dilin düşünceleri şekillendirişinin farkına varalım.
______________________________________________________________________________
Peki bu sohbetin üzerine…
Ne yapmalı?
1) Kadınlara/kendinize ‘kadın’ demeye, diyebilmeye başlamalı.
2) Bir kadın olarak, size çizilen sınırların dışına çıkmaktan korkmamalı.
3) Kısa giydiği için, çok sayıda erkekle beraber olduğu için, makyaj yaptığı/yapmadığı için, kilo aldığı/verdiği için kadınları eleştirmemeli. Yargılamamalı. (Buna kendiniz de dahil)
5) Feminizm ne demek, öğrenmeli.
6) Çocuğunuza, ona ‘güzel olmanın’ değil akıllı, azimli olmanın önemini kavratmalı.
7) Kadından beklenenleri düşünmeli… Bunların ne kadarı yük ve bu yüklerin ne kadarı çevre, ne kadarı aile tarafından, sırf cinsiyetinden dolayı ona yüklendi-düşünmeli.
8) Bu bahsedilenlerin, kullanılan dildeki sıkıntıların, tacizin, tecavüzün gerçek ve çok ciddi problemler olduğunu kavramalı, kabul etmeli ve karşısında durmalı.
9) Bu problemler direkt olarak sizi etkilemiyorsa da, başkalarını nasıl etkilediğini sormalı, dinlemeli, öğrenmeli.
10) Tanıdığınız kadınlara “Bunları çok kafaya takmayın”, “kendinizi böyle şeyleri düşünüp üzmeyin” gibi saçma sapan tavsiyeler vermemeli.
11) Bir kadına birinin karısı, birinin annesi, birinin kız kardeşi olduğu için değil, insan olduğu için değer vermeli. Her şeyden önce kadını da erkeği de insan olarak görebilmeli.
Sohbetimize eklemek istedikleriniz?
Türkiye'nın Milli Güvenlik Meselesi, Suriye'de Değişen Dengeler
20th Century Women ve Üstün Genç Kız

Eran: Oscar sezonunda oldukça geri kalmış ve geçen senelere nazaran daha az sinema salonuna gitme şansı yakalamış olsam da, bana göre 2016’nın şu an için en iyi filmi “20th Century Women” gibi gözüküyor. Filmin başarılı olduğu o kadar çok nokta var ki, hepsini özetleyecek tek bir paragraf yazmak oldukça zor...
Dare To Disappoint: Growing Up In Turkey – Kendimizden İzler

Sedef: Çizgi roman, Özge’nin birinci sınıftan itibaren bütün eğitim hayatını izliyor. Birinci sınıfa başlamanın verdiği heyecan, liseye hazırlanırken yaşanan dershane stresi, lisede kendini bulma çabası, hepsi bu romanın içinde. Hem liseye giriş hem de üniversiteye giriş sınav sistemleri gerçekçi bir şekilde eleştirilirken, yakın arkadaşlarımın her gün yaşadığı gerginlik, birlikte zaman geçirmenin giderek zorlaştığı günler, sınav zamanı ve tercih dönemi gözümde tekrar canlandı. Özge eğitim hayatını sürdürürken aklında baskın olan iki şey var. Birincisi, ne yapmak istediğini ve tutkusunu bulmaya çalışması. İkincisi de ailesini hayal kırıklığına uğratma korkusu. Tanıdık geldi mi arkadaşlar?
Dünya haritası hakkında sormadıklarımız
Melis: Geçenlerde yapılan Japonya’nın, Good Design Award, yani dizayn ödülü Dünya’nın şimdiye kadar çizilen en gerçekçi haritasına layık görüldü. Garip mi buldunuz? Haberin başlığını ilk okuduğumda, ben de ‘Bu kadar prestijli bir ödülü neden kalkıp da bir haritaya vermişler?’ diye düşündüm açıkçası. Ancak bu yeni dizayn edilen haritayla ilgili bilgi edinirken, aslında alışık olduğumuz haritanın dünya hakkındaki bugünkü düşüncelerimizi şekillendirdiğini fark ettim.
|

İşimiz 1919'a Kıyasla Daha Kolay
Mehmetcan: Eskiden akla ve bilime dayalı bir eğitim esastı. Toplum birbirinin yaşam tarzına saygı duyar, sokaklar geceleri canlı olur, insanlar huzurlu ve mutlu gezerdi. Milli törenler büyük bir coşkuyla kutlanırdı. Rüşveti, yolsuzlukları ve haksızlıkları önleyecek bir yargı vardı. İnsanlar ahlaklı, güler yüzlü ve sevecendi. Türkiye bunların hepsine sahipti eskiden. Yine olabilir. Senin, benim ve daha binlercesinin sayesinde olabilir. Emin ol Sevgili Vatandaş, işimiz 1919’a kıyasla çok daha kolay.
Mehmetcan: Eskiden akla ve bilime dayalı bir eğitim esastı. Toplum birbirinin yaşam tarzına saygı duyar, sokaklar geceleri canlı olur, insanlar huzurlu ve mutlu gezerdi. Milli törenler büyük bir coşkuyla kutlanırdı. Rüşveti, yolsuzlukları ve haksızlıkları önleyecek bir yargı vardı. İnsanlar ahlaklı, güler yüzlü ve sevecendi. Türkiye bunların hepsine sahipti eskiden. Yine olabilir. Senin, benim ve daha binlercesinin sayesinde olabilir. Emin ol Sevgili Vatandaş, işimiz 1919’a kıyasla çok daha kolay.
En zor karar: Kalıp mücadeleye devam mı etmeli ? Yoksa, gidip mücadeleyi dışardan mı izlemeli?
Atalarımın emekleri, göz yaşlarıyla ıslattıkları bu toprakta. Onlar ne acılı zamanlar gördüler burada, bir kısmı yine de vazgeçmedi, gidenlerden olmadı… Ben kalanların torunuyum, nereden geldiniz sorusunun “Ben hep buradaydım .” cevabıyım. Pes etmek istemiyorum. Büyük dedelerime el veren, onları saklayan ve koruyan güzel insanların bugün de torunları bana el uzatıyor, o eli bırakıp gitmek istemiyorum. Bu kadar erken “Benden bu kadar!” diyemiyorum. |

DNA Testim: Nereden Geliyorum?
Sedef: Araştırdıklarımdan ve hatırladıklarımdan kendime olan çıkarımım, her ne kadar aklımda Osmanlı devrinden “Doğu-Batı etkileşimi,” “Avrupa’ya doğru genişleyen topraklar” kaldıysa da, geriye dönüp düşündüğümde, şu anki yaşadığımız toprakların farklı zamanlarda çok farklı insanlara ait olduğu daha iyi gözümde canlanıyor. Her ne kadar Türkiye birçok insan grubuna aitse, kimliğinin parçasıysa, Dünya’nın çeşitli yerleri de bize ait. Siz ne düşünürsünüz bilmem ama DNA haritama baktığımda sanki Dünya daha bir bana ait gibi hissediyorum. Sanki herkesle daha yakınım...
Sedef: Araştırdıklarımdan ve hatırladıklarımdan kendime olan çıkarımım, her ne kadar aklımda Osmanlı devrinden “Doğu-Batı etkileşimi,” “Avrupa’ya doğru genişleyen topraklar” kaldıysa da, geriye dönüp düşündüğümde, şu anki yaşadığımız toprakların farklı zamanlarda çok farklı insanlara ait olduğu daha iyi gözümde canlanıyor. Her ne kadar Türkiye birçok insan grubuna aitse, kimliğinin parçasıysa, Dünya’nın çeşitli yerleri de bize ait. Siz ne düşünürsünüz bilmem ama DNA haritama baktığımda sanki Dünya daha bir bana ait gibi hissediyorum. Sanki herkesle daha yakınım...
Nereye Aitim?
|

Nostaljiden Beslenmek
Melis: Son zamanlarda üst üste yaşadığımız toplumsal travmalar ve kitlesel mutsuzluk herhalde herkesin gündeminde şu günlerde. Hem olanları anlamaya çalışıyor, hem de biraz nefes almaya ve psikolojik yaralarımızı tamir etmeye çalışıyoruz.
Bir iki yıl önce, konuşmasını dinlediğim bir sosyoloji profesörü şu anki gibi toplumsal travmalardan bahsederken bireylerde karşılığını bulan iki kavramdan bahsetmişti: melankoli ve nostalji.
Melis: Son zamanlarda üst üste yaşadığımız toplumsal travmalar ve kitlesel mutsuzluk herhalde herkesin gündeminde şu günlerde. Hem olanları anlamaya çalışıyor, hem de biraz nefes almaya ve psikolojik yaralarımızı tamir etmeye çalışıyoruz.
Bir iki yıl önce, konuşmasını dinlediğim bir sosyoloji profesörü şu anki gibi toplumsal travmalardan bahsederken bireylerde karşılığını bulan iki kavramdan bahsetmişti: melankoli ve nostalji.

Instagram Diploması Var, Gerisini Sorgulama!
Romina: Bir insanın sevdiği, okuduğu, araştırdığı ve kendini geliştirdiği alanlarda yazılar yazması, fikir paylaşması kadar güzel bir şey yoktur. Ama bu durum sahte bir meslek kılıfıyla yapıldığı zaman sizi okuyan, takip eden, yorum yapan insanların verdiğiniz mesajları ele alış biçimi, uygulaması tamamen değişir ve bu durumda ortada sizin ürününüz olan bir suç vardır.
Romina: Bir insanın sevdiği, okuduğu, araştırdığı ve kendini geliştirdiği alanlarda yazılar yazması, fikir paylaşması kadar güzel bir şey yoktur. Ama bu durum sahte bir meslek kılıfıyla yapıldığı zaman sizi okuyan, takip eden, yorum yapan insanların verdiğiniz mesajları ele alış biçimi, uygulaması tamamen değişir ve bu durumda ortada sizin ürününüz olan bir suç vardır.

Kırılma Noktası-"Cumhurbaşkanlığı" Sistemi
Mehmetcan: Keşke başkanlık sistemi tartışmaları siyasilerin “Bu ülkede gerekli yapısal reformları nasıl yaparız?” “Nasıl daha demokratik bir meclis yaratırız?” soruları üzerine olsaydı. Fakat vaziyet kesinlikle böyle değil.
Mehmetcan: Keşke başkanlık sistemi tartışmaları siyasilerin “Bu ülkede gerekli yapısal reformları nasıl yaparız?” “Nasıl daha demokratik bir meclis yaratırız?” soruları üzerine olsaydı. Fakat vaziyet kesinlikle böyle değil.
Okullarda Olumsuz Beden İmajı
Sedef: Yakın zamanlarda okulumda dikkatimi çeken ve geri dönüp baktığımda kendi hayatımda da izler bıraktığını gördüğüm bir konu okullardaki olumsuz beden imajı problemleri. Her ne kadar çalıştığım yer pozitif beden imajı ve özsaygı üzerinde dursa da öğrencilerin medyadan, ailelerinden ve birbirlerinden etkilenmesini engellemek imkânsız. |
Tat, Lezzet ve Sucuklu Yumurta
Melis:. Dersin adi ‘Vertebrate Sensory Systems’, yani ‘Omurgaların Duyu Sistemleri’ni işleyen bir ders. Görme, tat, koku, duyma ve dokunma sistemlerini en son bulguların ışığında sinirbilimsel yönden öğrenme ve inceleme fırsatı bulmuş oldum bu ders sayesinde. Ve öyle ilginç bilgiler öğrendim ki, bir süredir bunların birini seçip sizinle paylaşmaya niyetliydim. Sonunda seçtim. Konumuz tat. |

Hafif(leştirilmiş) Felsefe
Sedef: Son birkaç senedir feminist teori, postmodernizm ve film kuramı üzerine çalışıyorum. Yaptığım araştırmalardan son derece zevk alıyorum, okuduklarım ve izlediklerimi farklı insanlarla tartışmak ise bana ayrı bir mutluluk veriyor.
Sedef: Son birkaç senedir feminist teori, postmodernizm ve film kuramı üzerine çalışıyorum. Yaptığım araştırmalardan son derece zevk alıyorum, okuduklarım ve izlediklerimi farklı insanlarla tartışmak ise bana ayrı bir mutluluk veriyor.