![]() Hakkında hiç düşünmediğimiz, öğretildiği gibi öğrendiğimiz o kadar çok şey var ki şu dünyada…Gün geçtikçe, okudukça ve öğrendikçe geri dönüp bu bilgileri elden geçiriyorum bir bir. Bitmek bilmeyen bir güncelleme süreci. Bu güncellemelerden birini yaşadım geçen hafta, belki bundan önce yüzlerce kez baktığım Dünya haritasına bakarken. Geçenlerde yapılan Japonya’nın, Good Design Award'u- yani dizayn ödülü- yukarıda gördüğünüz, Dünya’nın şimdiye kadar çizilen en gerçekçi haritasına layık görüldü. Garip mi buldunuz? Haberin başlığını ilk okuduğumda, ben de ‘Bu kadar prestijli bir ödülü neden kalkıp da bir haritaya vermişler?’ diye düşündüm açıkçası. Coğrafyayla aramın pek iyi olmadığını utanarak kabul etmenin yanında, bizim alışık olduğumuz harita üzerinde ‘Hangi ülke nerede?’ diye bakmaktan fazla zaman ve düşünce harcamadım. Ancak bu yeni dizayn edilen haritayla ilgili bilgi edinirken, aslında alışık olduğumuz haritanın dünya hakkındaki bugünkü düşüncelerimizi şekillendirdiğini fark ettim. Alışık olduğumuz harita- ki bundan sonra adına ‘evdeki harita’ ve yenisine de ‘gerçekçi harita’ diyeceğim- Merkatör projeksiyonu kullanılarak 16. yüzyılda çizilmiş. Dünya geoit seklinde olduğundan, görüntüsünü iki boyutlu, düz bir yüzeye aktarmak için bu tip bir projeksiyon kullanmaya ihtiyaç duyuyoruz- duyuyormuşuz. Evdeki harita, zamanında Avrupalı bir kartograf olan Gerardus Mercator tarafından çizilmiş. Dolayısıyla Mercator bu haritanın göbeğine Avrupa’yı oturtmuş. Kullanılan projeksiyondan dolayı evdeki haritada Grönland ve Afrika aynı boyutta gözükmekte. Ancak esasında, Afrika Grönland’ın on katından daha büyük. Diğer yandan Avrupa, Güney Amerika’ya yakın büyüklükte hatta zaman zaman daha büyük çizilse de, aslında Güney Amerika’nın yarısı kadar. Peki bunların ne önemi mi var? Merkatör haritası yıllarca görsel olarak Avrupa’yı Dünya’nın merkezi haline getirdi. Bu haritalar Batılı/Avrupai kültürü ortaya çıkarır ve yüceltirken, gerçekçi şekilde temsil edilmeyen diğer ülkelere daha az değer vermeyi öğretmeye başladı bize, biz farkında olmadan. Geçenlerde bir sınıf arkadaşımın da söylediği gibi ‘Sanki Dünya’daki birçok yer Avrupa’ya hizmet etmek için varmış’ algısını besledi. Bir düşünün. Kuzey yarımkürenin yukarıda, güney yarımkürenin aşağıda olmasına kim karar verdi? Bunun bir üst-alt algısı yarattığını görebiliyor musunuz? Halbuki Dünya haritası tam tersi şekilde, yani evdeki harita baş aşağı edilerek de çizilebilirdi. Gerçekçi haritamız işte biraz bu yüzden kıymetli; çünkü ülkeleri ve kara parçalarını bu alt-üst ilişkisini bozarak esas boyutlarında sunmaya çalışıyor. Size tavsiyem, benim yaptığım gibi bu gerçekçi haritaya ve evdeki haritaya bakın. Tekrar tekrar bakın ve Afrika’nın bu kadar büyük oluşunun, Avrupa’nın bu kadar küçük oluşunun size ne düşündürdüğünü bir tartın. Benim gibi siz de güncelleyin Dünya hakkında düşündüklerinizi. Yazımı bitirirken buraya bir de ülkelerin gerçek boyutlarını birbirleriyle karşılaştırabileceğiniz bir web site bağlantısı ekliyorum: http://thetruesize.com Buyurun, kurcalayın, sorgulayın. Daha fazla bilgi için : http://www.cntraveler.com/story/japans-good-design-award-goes-to-this-crazy-accurate-world-map ; http://www.authagraph.com/
0 Comments
Son zamanlarda üst üste yaşadığımız toplumsal travmalar ve kitlesel mutsuzluk herhalde herkesin gündeminde şu günlerde. Hem olanları anlamaya mesai harcıyor, hem de fırsat buldukça biraz nefes almaya ve psikolojik yaralarımızı tamir etmeye çalışıyoruz.
Bir-iki yıl önce, konuşmasını dinlediğim bir sosyoloji profesörü şu anki gibi toplumsal travmalardan bahsederken bireylerde karşılığını bulan iki kavramdan bahsetmişti: melankoli ve nostalji. Bu anlamda melankoli, bireylerin hiçbir zaman görülmemiş yerlere ve hiçbir zaman yaşanmamış günlere duyulan özlemi anlamına geliyor. Mesela Türkiye’de her bireyin okuma-yazma öğrenip, en azından temel eğitim gördüğü ve eleştirel düşünme becerisi kazandığı günler diyelim… Hiç yaşanmamış ve gerçek olmamış; ancak hayali kurulan ve bir şekilde yaşanmadan haylice özlenen günler. Bana sorarsanız, melankoli bu anlamda biraz da umut ve yaratıcılık içeriyor. Uzun zaman boyunca Türkiye’de dozu gündeme göre artıp azalan, bu tip bir melankoli hali hakimdi. Ancak son zamanlarda bu melankoli yerini nostaljiye bırakıyor gibi gözüküyor. Profesörün tanımladığı şekilde nostalji, bir toplumun tanıklık ettiği geçmiş bir zamana hasret duyması ve duygusal olarak bundan beslenmesi. Yani ayni bireylerin deneyimlediği gibi, kendi mazisini özlemesi. İşte ben de son bir-iki yılda- ancak özellikle son aylarda- tam olarak bunu gözlemliyorum. Eski Türkiye’ye özlem dediklerini... Sanki artık idealimizdeki çağdaş, adil, eğitim ve refah seviyesi yüksek ve tam anlamıyla demokratik bir ülke hayalini kovalamak yerine; yine birçok problemi olsa da, günümüzden hallice olan eski Türkiye’yi aramaya başladık. En azından kısaltma isimlerden oluşan listelerin FETÖ, IŞİD, DAEŞ(DEAŞ?), PYD diye uzayıp belleğimizde bu kadar çok yer kaplamadığı, birbirimize daha çok güvendiğimiz, komşumuzla ‘O onlardan, biz şunlardan’ diye ayrılmadığımız, bu denli korkmadan şöyle bir çıkıp hava alabildiğimiz günler… Ekşisözlük’te ‘Yunanistan’ın milli düşman olduğu güzel yıllar’ diye şakayla karışık bahsedilip, acı acı gülümseten günler… Sözlü olarak ifade edilmenin dışında, bu özlem ve nostalji davranışlara da yansıyor elbet. Ben ilk olarak, eskiden yabancı müzik ağırlıklı çalan bazı kafe/restoranlarda artık nostalji Türkçe pop çalınmaya başlandığı fark etmiştim. Genellikle Ajda Pekkan, Sezen Aksu’nun eski şarkıları ve devamında da elbette ki 90’lar pop… Daha sonra kendime bir 90’lar şarkı listesi edinmemle, çevremde gördüğüm bu nostalji akımına ben de katılmış bulundum. Ne yalan söyleyeyim, iyi geliyor bana da. Bunun dışında tanıdığım birçok kişi 2000’lerin başında izlediğimiz dizileri tekrar izlemeye başlamış durumda. Avrupa Yakası başta olmak üzere, Dadı, Elveda Rumeli, Tatlı Hayat… Hem şu an televizyonda türdeşlerine pek rastlayamadığımız (sahi bu Türk dizileri niye bu kadar mutsuz?) komedi dizileri olmalarından, hem de bize bir parça geçmişte yaşama fırsatı vermelerinden olsa gerek, şu sıra tekrar kendilerine izleyici bulmuş durumdalar . Bu nostalji arayışının farkında olan sadece ben değilim herhalde ki eski dizileri tekrar gösterime sokmak üzere yeni bir TV kanalı da açıldı son günlerde. Siz de benzer bir nostalji arayışı gözlemliyor musunuz etrafınızda? Öyle ya da böyle, emin olduğum tek şey var ki, şu an Türkiye’de kimin penceresinden bakarsan bak, gelecek hakkında bir miktar endişe görünüyor. Bu konuda ise Bana Bir Şeyhler Oluyor tiyatro oyununda Hilmi Duran şöyle diyor: “Endişelenmeyin! Korkunun korkusudur endişe. ‘Başımıza korkulacak bir şey mi geliyor?’ korkusu. Zaten yeterince ağır korkularımız var, bir de endişeye gerek yok” |
Kimsin?Canım annem ve güzel kalpli babamın pek sevgili ortanca kızıyım. Yarı Kürt asıllıyım. İstanbul’da büyüdüm, üniversiteyı Kaliforniya’da okudum ve şu an Philadelphia'da yaşıyorum. Pomona College’da sinir bilimleri (neuroscience) okudum ve şu an University of Pennsylvania’da (UPenn) araştırmacı olarak çalışıyorum. İşimin dışında bol bol şarkı söylüyor, keyifle yemek yapıyor, animasyon hayalleri kuruyor, her fırsatta yeni birileriyle tanışıp gevezelik etmeye bayılıyorum. Sosyal adalete inanıyor, bunun için çalışıyorum. Hünkar beğendi, yaprak sarması ve Ali Nazik kebabını pek özlüyorum. Tarçını oldum olası sevmem. Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olduğuna ben de inanıyorum. Şimdilik kendimi 22 yıldır tanıyorum, daha iyi tanıdıkça size de anlatmayı planlıyorum. Archives
November 2017
|