Elâlem

  • Anasayfa
  • Derdimiz
  • Melis
  • Mehmetcan
  • Romina
  • Eran
  • Sedef
  • İletişim
  • Anasayfa
  • Derdimiz
  • Melis
  • Mehmetcan
  • Romina
  • Eran
  • Sedef
  • İletişim

Melis Çakar

Nil'in ‘Kız çocukları bir ülkenin annesidir’ sloganı

11/16/2017

0 Comments

 
Picture
(Sedef dün, Nil’in Instagram hesabında paylaştığı bu fotoğrafı Melis’e yollayıp dedi ki:  )

S: Gördün mü bunu?
M: Geçen haftalarda görmüştüm sanırım, bir proje yapıyor galiba ama ne olduğunu henüz anlayamadım.
S: Oldukça eleştiri almış ve insanlar haklı şeyler söylüyorlar.
M: Hangi konuda almış eleştiriyi?
S: Boynunda yazan ‘Kız çocukları bir ülkenin annesidir’ hakkında...


Açıkçası biz ikimiz Nil’i çok severiz ve Nil’i sevmemiz bu paylaşımına eleştirel bakmamıza engel değil elbette ki. Bu fotoğraftaki sloganını da problemli bulduk.

Neden mi?



S: Çünkü neden kız çocukları bir ülkenin annesi olsun? Onlar sadece çocuk olsun. Neden kız olmak sadece doğurganlıkla, anne olmakla ilişkilendirilsin?

M: Ya da zaten üzerlerine biçilen rollerden, ‘seni şu kaba sığdıralım’, ‘senin toplumdaki yerin ve görevin şu kadarla sınırlı olsun’lardan yorulan kızlara yeni roller, beklentiler yükleyelim? Özellikle böylesine toplumsal cinsiyetten* beslenen beklentiler…


Derken, Nil’in aldığını bu bizim söylediklerimize benzer eleştiriler üzerine yazdığı yazısına baktık.

Nil’in bu yazısında sloganının aldığı eleştirileri anlamak yerine, maalesef niyetini savunmak yoluna gitmiş olduğunu gördük. Bir kez daha üzüldük.

Ama Nil, ‘Bir kız çocuğu doğuracaktır o ülkenin evlatlarını. Bir kız çocuğu ısıtacaktır o ülkenin yuvalarını. Kız çocukları bir ülkenin annesidir. Anne olsa da olmasa da annesidir.’ demek toplumsal cinsiyetçidir. Yazısında kullandığı ‘Kadın hem naif hem güçlüdür, ince düşüncelidir, duygusaldır.’ alıntısı kalıp yargılara dayanmaktadır.


Biz böyle düşündük, tartıştık. Keşke Nil kendini savunduğu bir yazı yazmak yerine, bu eleştirileri anlamaya ve açıklamaya çalışan bir yazı yazsaymış. Evet, böyle problemli söylemlerde bulunduğumuz zaman hepimiz bir tutam kızarıyor, bozarıyor, utanıyoruz.


Ama zaten bu toplumun bireyleri olduğumuza göre, hepimiz yetiştiriliş itibariyle bu kalıp yargılarla** donatılmış durumdayız. Yapmaya çalıştığımız şey kendimizi geliştirmek, bu toplumu herkes için daha yaşanılır bir yere getirmek. Görevimiz de -zor olsa da- böyle hatalar yaptığımızda geri dönüp hatamıza ‘hata’ diyebilmek.


Özellikle toplumsal bir figürsek, hayatımızı takip edenlere dönüp ‘Ben bu hatayı yaptım. Bu hata bu yüzden bir hatadır. Siz de yapacak olursanız aklınızda bulunsun diye söylüyorum.’ diyebilmek hepimizi daha ileriye taşır.


*Toplumsal cinsiyet: Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeklerin beklentilerini, değerlerini, imajlarını, davranışlarını, inanç sistemlerini ve rollerini tanımlayan fikirlerin sosyal yapılanmasıdır.

**Kalıp yargı: Bir topluluğun bütün üyelerine yönelik, abartılmış ya da indirgenmiş, aşırı yalınlaştırılmış ve genelleştirilmiş, çoğunlukla önyargılı kanı.


Tanım Kaynakları:
http://www.neokur.com/abc/11281/kalip-yargi-nedir
https://www.nonviolence.wri-irg.org/en/resources/2008/what-gender?language=tr


​

0 Comments

İyi bilimci, kötü bilimci

11/14/2017

0 Comments

 
Picture
İyi bir bilim insanı olmak ve kötü bir bilim insanı olmak…

Son iki haftadır bu ikisini kafamda tanımlayıp, karşılaştırıp, tartıp-tartışıp duruyorum. Tabi durup dururken değil, başıma ufak bir talihsizlik geldi de, o sebeple. Uzatmadan anlatayım…

Üniversite ikinci sınıftan itibaren 2 sene boyunca üzerinde çalıştığım bir araştırma projesinin hipotezinin bir kısmını Dr. William Hart’ın bir makalesinden ilham alarak kurmuştuk. Makale dilbilimi ve psikolojinin kesişiminde bir makale olup, pek az işlenmiş bir konu üzerineydi. Bense iki yıl önce makalenin sonuçları üzerine profesörümle yeni bir araştırma projesi inşa etmiş, bu makaleden bahseden sunumlar hazırlamış ve tezimi bu fikirden ilham alarak yazmayı bile düşünmüştüm.

Geçen hafta, bu vesileyle birçok kez okuduğum makaleyi ziyaret etme gereği duydum ve Google’a yazdım : Unlocking Past Emotion: Verb Use Affects Mood and Happiness.

Makalenin bulunduğu sayfaya ulaştığımda ise başımdan aşağı kaynar sular dökülmüşe döndüm. Makale geri çekilmişti (İngilizcede retraction dediğimiz).

Aşağıdaki açıklamada söyle yazıyordu: Bir doktora öğrencisinin bu makalede rapor edilen sonuçlar üzerinde stratejik şekilde oynama yaptığı saptanmıştır. Soruşturma devam etmektedir.

Evet, bir bilim insanı tarafından aldatılmıştım. Sadece ben değil tabi, tezini, araştırmalarını bunun üzerine yazan ve makalenin rapor ettiği etkiyi kendi çalışmalarında bulamayan başka araştırmacılar da aldatılmıştı. (Neyse ki ben tezimi bunun üzerine yazmamıştım.) Bu durum çok şaşırtıcı ve sinir bozucuydu.

Neyse ki akabinde, profesörümle Skype yapıp, uzun uzun şaşırıp, sağda solda bunu bol bol anlatıp, ‘olaya bak’ deyip, olayın şokunu yavaş yavaş atlattık.

Bu süre içinde ben de bu vesileyle eski geri-çekilmiş makaleleri karıştırmaya, etrafımdaki öğrenci ve profesörlerle bu durumu konuşmaya başladım. 2015’te vuku bulan oldukça büyük bir geri-çekilme olayını böylece öğrenmiş oldum.
Hikayeyi şöyle anlatayım:

Bir varmış, bir yokmuş... 2015 yılında, UCLA’den Michael LaCour adında bir doktora öğrencisi ve Columbia Üniversitesi’nden ünlü bir profesör bir makale yayınlamış. Bu makale insanların gay evliliği, kürtaj gibi çok tartışılan konular üzerine fikrini değiştirmek için bir strateji öne atmış ve bu strateji kullanıldığında birkaç ay içinde insanların fikirlerinin değişebildiğini göstermiş.

Bu makale pek prestijli Science jurnalinde yayınlanmış ve herkesi çok heyecanlandırmış. Ardından öyle çok konuşulmuş ki, The New York Times, The Washington Post, The Economist, This American Life gibi ünlü gazeteler ve programlar hep bu makaleden bahsetmiş.

Derken Stanford ve UC Berkeley üniversitelerinden iki profesör, bu makalenin sonuçlarının üzerine yeni bir araştırma projesi dizayn etmiş ve LaCour’un metotlarını tekrarlamak için onun birlikte çalıştığını iddia ettiği anket ve araştırma şirketine ulaşmışlar.

Şirket buna pek şaşırmış, çünkü daha önce LaCour adını hiç duymamışlar. LaCour’un bahsettiği isimde bir çalışanları da hiç olmamış. Bunun ardından iyi bilimciler makaleyi didik didik okumuş, veriye tekrar bakmışlar. Bu makale bir garipmiş, sonuçlarında sahte bir mükemmellik varmış.

Bu iki iyi araştırmacı bu işin peşini bırakmamışlar ve ne yapmışlar, ne etmişler sonunda LaCour’un aslında hiçbir zaman data toplamadığını, sahte veri ürettiğini ortaya çıkarmışlar. Yani bu doktora öğrencisi, hipotezini test etmek için gerçek insanlarla çalışacağına, bir bilgisayar programı marifetiyle kendi mükemmel sahte verilerini yaratıp, kendi hikayesini yazıp anlatmış.

Bu olay büyük skandalmış elbette.

Ama bu hikayenin sonu tam olarak da mutsuz bitmemiş: Bu iki iyi bilimci, bu sahtecilik ortaya çıktığında ‘Hipotezi hiç test edilmemiş, biz bu araştırmayı sıfırdan layıkıyla yapalım.’ demişler. İyi ki de demişler, çünkü araştırmayı gerçekten yapıp, gerçek veriler topladıklarında aslında LaCour’un iddia ettiği sonucu gerçekten bulmuşlar.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

Neyse, masal hali böyle ama gerçek hali hayli can sıkıcı. Bu yazıyı yazmamın da birinci amacı anlatıp rahatlamak. İkinci amacına gelince, size bilimin de içine insan karıştığını ve okuduğunuz her şeye eleştirel yaklaşmanın önemini hatırlatmak.

Üçüncü amacıma gelirsek, üçüncü amacım bir soru işareti bırakmak. Bu insanlar bunu neden yapıyor? Geleceği parlak iki doktora öğrencisi… Neden veriyi gerçekten toplamak yerine yaratmayı ya da veriyi değiştirip kariyerlerini riske atmayı tercih ediyor?

Bunun cevabı para ve yayınlama baskısı. UCLA’deki doktora öğrencisi o kadar insanla röportaj yapıp, onlara para ödeyip, datayı toplamak için yeterince fonu olmadığı için veriyi kendisi yaratmaya karar vermiş gibi duruyor.

Diğer yandan, yayınlama baskısını biraz daha açmak gerekirse: Günümüz akademisinde araştırmacılar araştırmalarını yapmak ve akademide tutunmak için sürekli ve çok sayıda makale yayınlamak zorunda. Bu yayınları sayesinde işlerinde tutunuyor ve gelecek projeleri için fon topluyor.

Ancak bu baskı öyle bir hale gelmiş durumda ki, araştırmacılara ‘Ne yap, ne et, güzel bir hikaye yaz, bir makale yayınla!’ diye fısıldamakta adeta.

Hal böyle olunca, kimi zaman araştırmacılar küçücük verilerinden büyük büyük hikayeler türetiyor, nadiren de böyle sahtecilik yollarına sapıyor. Bu sahte bilimcileri düşünürken, nasıl bir sistemin sonucu olduklarını da unutmayalım diye söylüyorum bunları.

Sonuç olarak, bu karşılaştıklarım ve okuduklarım başta benim olmak üzere hepimizin kulağına küpe olsun.

Şimdi işimize geri dönebiliriz.




Bu konuda daha fazla okumak isteyenlere:
https://www.thisamericanlife.org/blog/2015/05/canvassers-study-in-episode-555-has-been-retracted
https://www.thisamericanlife.org/radio-archives/episode/584/for-your-reconsideration



0 Comments

    Kimsin?

    Canım annem ve güzel kalpli babamın pek sevgili ortanca kızıyım. Yarı Kürt asıllıyım. İstanbul’da büyüdüm, üniversiteyı Kaliforniya’da okudum ve şu an Philadelphia'da yaşıyorum. Pomona College’da sinir bilimleri (neuroscience) okudum ve şu an University of Pennsylvania’da (UPenn) araştırmacı olarak çalışıyorum. İşimin dışında bol bol şarkı söylüyor, keyifle yemek yapıyor, animasyon hayalleri kuruyor, her fırsatta yeni birileriyle tanışıp gevezelik etmeye bayılıyorum. Sosyal adalete inanıyor, bunun için çalışıyorum. Hünkar beğendi, yaprak sarması ve Ali Nazik kebabını pek özlüyorum. Tarçını oldum olası sevmem. Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olduğuna ben de inanıyorum. Şimdilik kendimi 22 yıldır tanıyorum, daha iyi tanıdıkça size de anlatmayı planlıyorum. 

    Archives

    November 2017
    August 2017
    May 2017
    January 2017
    December 2016
    November 2016
    October 2016
    August 2016

    RSS Feed

Powered by Create your own unique website with customizable templates.