Geçenlerde bir öğretmen arkadaşım Türkiye’de geçen bir çizgi roman okuduğunu ve okurken aklına hep benim geldiğimi söyledi. Çizgi romanı öğrencileriyle okumak istediğini söyledi ve benim de okuyup düşüncelerimi paylaşmamı istedi. Geçen hafta masamda Özge Samancı’nın Dare To Disappoint: Growing Up In Turkey isimli çizgi romanını buldum. Kitap 2015’te çıkmasına rağmen adını daha önce hiç duymamıştım. Özge Samancı romanı İngilizce yayınlamış ancak çok yakın zamanda kitabın Türkçe çevirisi Bırak Üzülsünler adıyla yayınlanmış. Dare To Disappoint, Persepolis, Fun Home gibi otobiyografik çizgi romanların severlerinin zevkle okuyacağı bir başka otobiyografik eser. Kitap 80’ler ve 90’ların Türkiye’sine yoğunlaşsa da hem benim jenerasyonumun (şu an 20’lerinde olanlar) hem de anne, babalarımızın kendi hayatından bir çok iz bulacağına eminim. Bu yazıda kendimde bulduğum izlere yoğunlaşacak olsam da, romanı okuyanların ve anlatılan yılları bizzat görenlerin yorumlarını ve tepkilerini de çok merak ediyorum. Çizgi roman, Özge’nin birinci sınıftan itibaren bütün eğitim hayatını izliyor. Birinci sınıfa başlamanın verdiği heyecan, liseye hazırlanırken yaşanan dershane stresi, lisede kendini bulma çabası, hepsi bu romanın içinde. Hem liseye giriş hem de üniversiteye giriş sınav sistemleri gerçekçi bir şekilde eleştirilirken, yakın arkadaşlarımın her gün yaşadığı gerginlik, birlikte zaman geçirmenin giderek zorlaştığı günler, sınav zamanı ve tercih dönemi gözümde tekrar canlandı. Özge eğitim hayatını sürdürürken aklında baskın olan iki şey var. Birincisi, ne yapmak istediğini ve tutkusunu bulmaya çalışması. İkincisi de ailesini hayal kırıklığına uğratma korkusu. Tanıdık geldi mi arkadaşlar? Özge’nin aile yapısından, okul hayatına, iç çelişkilerinden, arkadaş ilişkilerine kendimizden izler bulabileceğimiz birçok nokta var. Özge Samancı öğretmenlerine duyduğu hayranlık ve defter kaplama eziyeti gibi küçük ama akılda kalan birçok anıyı paylaşıyor bizle. Annem de az çekmedi bütün defterlerimi ve kitaplarımı kaplarken... Özge ablasıyla olan ilişkisini anlatırken de birçok kişin hayatında benzerini bulacağı anılara değiniyor. Birlikte oynadıkları oyunlar, ders çalışmaları, ve üniversitede aynı şehirde olmak için uğraşları bana Zeynep’i (kardeşimi) ne kadar özlediğimi hatırlatıyor. Aslında hangimiz daha çok Özge’ye benziyoruz karar veremiyorum, romanın güzelliği de bu olsa gerek, okuyan herkesin ana karakterden izler taşıması. Ancak kitabın beni en çok etkileyen ve üzerinde düşünmeye iten kısmı Özge’nin kendini içinde bulduğu “Ne olacağım ben?” “Ya başarısız olursam” “Ya anne babamı hayal kırıklığına uğratırsam” gibi sonsuz endişeler. Üniversiteye hazırlık döneminde ve üniversite döneminde Özge Samancı’nın kaleme aldığı karelerin hemen hemen hepsinin kendi hayatımda bir karşılığı vardır. Örneğin yukarıdaki kareye göz atalım. Yukarıda Özge’nin babası, Özge ve ablası Pelin üniversiteye hazırlanırken onlara meslek seçimleri hakkında öğüt veriyor – ikisinin de prestijli bir üniversiteye gidip iyi bir iş bulmak zorunda olduğunu, Türkiye’de “eğer kadınsan ve işin yoksa değerinin sıfır” olduğundan bahsediyor. Bu kare, babamla olan bir konuşmamı çok net bir şekilde hatırlamama sebep oldu. Lise son senemde, kahvaltı masasında oturuyorduk, bana demişti ki,”Sen ne meslek yaparsan yap, neyi seçersen seç, beni ilgilendirmiyor. Benim tek düşündüğüm, ileride hayatında biz olmadığımızda kendi ayaklarının üstünde durabilmen, başka kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmen.” Üniversiteye girdikten sonra, Özge aşağıda kaleme aldığı ikilemde kalıyor – bu kare de pek tanıdık geldi bana… Özge gibi iki ayrı üniversitede okuma yükünün altına girmesem de ben de kendi okulumda birbirinden alakasız iki ana dal ve bir yan dal bitirdim; Edebiyat ve Ekonomi okurken, Müzik yan dalıyla uğraşıyordum. Neden gerçekten ilgimizi çeken alanlar genelde para getiren ya da “aç kalmayacağımız” alanlar olmuyor? Edebiyat ve müziğe olan ilgimde ailemden sonuna kadar destek aldıysam da o dillerden düşmeyen “altın bileziğin” ailemin beni iç rahatlığıyla desteklemesinde büyük etkisi oldu. Özge Samancı’nın “el alemin” para getirmeyen uğraşlara olan görüşünü anlatan karesi de pek manidar: Son olarak kendi jenerasyonumda tanıdığım herkesin karnında ağrılar yaratan, “Mezun olacağım da ne olacak?” endişesine gelmek istiyorum. Şahsen geçen sene kaygılarımla ve mızmızlanmalarımla başta ailem olmak üzere bütün arkadaşlarımın da başını ağrıttığım doğrudur. “Okul hiç bitmese...” gibi iç geçirmeler, “Zeynep, ileride parasız kalırsam bana bakar mısın?” gibi şakayla karışık arayışlar, kendi içinde çok benzer kaygılar yaşayan arkadaşların birbirlerini avutmaya gelince takındığı kendinden çok emin tutum... Özge’nin anlattıkları o kadar dürüst ve içten ki, bizimle kendi hislerini, kendi başarısızlıklarını paylaştıkça, kendimize karşı daha anlayışlı daha şefkatli olmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Özge Samancı 80’ler ve 90’larda Türkiye’de yaşamakla ilgili de pek çok anıya değiniyor. Kendi hayatımda karşılığını tam bulamasam da ailemden duyduğum hikayelerle bağdaştırdığım birçok kare vardı kitapta. Tek kanallı dönem, şu an farklı bir boyut almış din ve eğitimle alakalı kutuplaşmalar, mandolin dersleri ve Dallas çılgınlığı gibi birçok kare aklımda kaldı. 80-90’lı yıllarda Türkiye’de bulunmuş bireylerin kitabı ne kadar gerçekçi bulduğunu ve kitapla hangi ölçüde bağlantı kuracaklarını oldukça merak ediyorum...
1 Comment
mellisa rene
5/19/2017 06:03:31 pm
Apply for a fast and emergency loan today
Reply
Leave a Reply. |
Kimsin?
Ben, Sedef. İstanbul’da büyüdüm. Tufts Üniversitesi’nde Edebiyat ve Müzik okudum, geçen sene mezun oldum. Okulumun son senesinde "ben okumadan, öğrenmeden nasıl duracağım" kaygıları su yüzüne çıktı - buradan yola çıkarak işim öğrenmek olsun istedim. Bu sene Boston'daki bir ortaokulda İngilizce, Sosyal Bilimler ve Tiyatro derslerinde asistan eğitmenlik yapıyorum - daha bir ayda çocukların bana öğrettiklerini duysanız şaşarsınız. Araştırmak, sorgulamak en büyük hobim. Edebiyat, Film ve Cinsiyet Teoremi üzerine çalışmayı hedefliyorum - en kapsamlı araştırmam Feminizm ve Postmodernizm üzerine. Beni tanıyan kime sorsanız çok meraklı olduğumu söyler. Beni iyi tanıyan kime sorsanız, anneme çok düşkün olduğumu bilir. Anneme sorsanız, dağınıktır der. Belki birkaç ay sonra kendimi tanıtacak olsam bazı şeyler çıkarıp, bazı şeyler eklemem gerekir; hayatla ilgili beni heyecanlandıran da bu herhâlde. Daha keşfedecek çok şey var. Archives
November 2017
Categories |